“Lampedusa” Harold Pinter ödülü sahibi Anders Lustgarten’in çağımızın en önemli sorunlarından göçmenlik ve yoksulluğu iki farklı karakter üzerinden anlattığı sarsıcı oyunu.
LAMPEDUSA- Yazan: Anders Lustgarten, Çeviren: Hira Tekindor, Yöneten Kayhan Berkin, Işık tasarımı:Utku Arslan, Dekor tasarım: Gökhan Kodalak, Fotoğraf Aydan Çınar,Yürütücü yapımcı: Yasin Özcan, Oynayanlar: Özlem Öçalmaz, Cem Zeynel Kılıç.
“Tiyatro %80 burjuva mastürbasyonudur,” ve “Çoğu kişinin kendi değer yargılarını bir kez daha pekiştirmek için tiyatroya gittiklerine inanıyorum. Ben de tam tersini yapmak istiyorum,” diyen İngiliz yazar Anders Lustgarten, gerçekten de ele aldığı konular ve o konuları işleyiş biçemiyle ezber bozan bir yazar. Zaten dört kıtada da derdest edilip gözaltına alınmış siyasal bir aktivist. 2010 yılında Nazi BNP (İngiliz Milliyetçi Partisi) ile ilgili bir satir olan “Irkçıların Arasında Bir Gün” oyunuyla tiyatro sahnelerinde boy göstermesinden itibaren bankacılık krizinden (Siz Hayallerimize Set Çekerseniz Biz de Size Rahat Uykuyu Haram Ederiz), Zimbabwe’ye (Siyah İsa), Roboski olayına (Şarapnel, Katliamın 34 Parçası) ve Çin kültür devriminin etkilerine (Burjuvazinin Şeker Kaplı Mermileri), Magna Carta’dan on yıl sonraki çeşitli politik ayak oyunlarından (Kralları Değiştirebilen Nüfuzlu Kişiler), Londra’daki sınıfsal bölünmeye karşı çıkanlara (Direnişçiler) uzanan çizgide hep siyasal ağırlıklı oyunlara imza attı. Günümüzün en iyi oyun çevirmenlerinden Hira Tekindor’un dilimize kazandırdığı Lampedusa da mülteci krizini irdeleyen bir oyun. Politik konularda oyun yazan pek çok yazar var, ama Lustgarten’in özelliği sadece ülkesindeki değil, bütün dünyadaki siyasal olaylara eğilmesi.
Oyun ve Yorumu
Versus Tiyatro, oyunu şu sözlerle tanıtıyor: “Burası Avrupa’nın iki farklı yeri Birisi göçmenlerin umut yolculuklarının öldüğü, turistik plajlarıyla ünlü cennet adası Lampedusa, diğeri ise dünyanın en büyük metropollerinden biri olmasının yanı sıra parası olmayanın dışlandığı Londra.” Ya da oyunun iki karakterinden biri olan Stefano’nun dediği gibi “Buraya gelen, burada yaşayan, burada daha iyi bir yaşam arayan insanların anlatıldığı bir şarkı.” Oyun iki bağımsız monolog biçiminde yürüyor.
Oyun Gökhan Kadalak’ın tasarladığı ve iki adayı temsil eden iç içe iki daireden oluşmuş dekorda oynanıyor. Işıklı çemberlerle yalnızca dış çizgileri çizilen adalardan dıştaki çember İngiltere’yi, içteki çember Lampedusayı simgeliyor. Lampedusa’lı Stefano kendi çemberinin dışına çıkmazken, Denise de Stefano’nun çemberinin sınırı ile kendi çemberinin sınırı arasındaki alanda oynuyor. Stefano’nun oturduğu tabure oyunun tek dekor ünitesi. O tabure Stefano’nun adanın yerlisi olarak yerleşik düzenini simgelerken, Denise’in hep ayakta ve yürür durumda oluşu da hem çaresizlik içinde yerleşik bir düzen kuramayıp oradan oraya savrulmasını hem de para tahsilatı için kapıdan kapıya gidişini simgeliyor. Stefano Akdeniz sıcağını sadece gömlek giyerek savuşturmaya çalışırken, Denise Londra’nın yağışlı ikliminde yağmurluğu sırtından çıkarmıyor.
Evet, oyunun adı Lampedusa, ama sadece orada olanları izlemiyoruz. Paralel anlatım biçemi içinde Londra’dan da ses geliyor. Yarı Çin melezi olan Denise de oyunun diğer karakteri. Denise bir yandan öğrenim masraflarını karşılamak, öte yandan annesine maddi destek sağlayabilmek için Leeds’den Londra’ya gelmiş. Ama dünya ekonomisine yön veren sayılı cazibe merkezlerinden Londra’da, melez olması yüzünden başkaları için dönen iş çarkından dışlanıyor ve bir tür tefeci şirketin para tahsilatı için ayak işinde çalışmak zorunda kalıyor. “Payday lender” denilen bu şirketler, ayın belli bir gününde ücret alanların ihtiyacı durumunda o günden önce ücretlerini ödeyen ve erken ödedikleri bu ücreti faizli bir kredi sistemine dönüştüren kuruluşlar. İşte Denise de bunlardan birinde çalışıyor. Devlet Denise’in hasta annesine verilen yardım parasını kesmek için onun hâlâ çalışabilir durumda olduğunu belgelemeye çalışıyor; bu adil olmayan tutum doğal olarak anne kızı çileden çıkarıyor. Kendisi ülkenin genel tavrı karşısında ezilen biri olmasına karşın, Denise çaresizlik içinde o ezen kesimin çalışanı olunca, kendisi de hiç istemediği halde tefeci borcunu ödeyemeyen ezilen insanlara şirketi adına baskı yapmak zorunda kalıyor.
“Hâlâ çok insan gibiler.”
Afrika kıyılarına 113 kilometre uzaklıkta, İtalya’ya ait bir Akdeniz adası olan Lampedusa yakın geçmişe kadar pek bilinen bir yer değildi. Arap Baharı’ndan sonra ise mülteciler için Avrupa’ya Giriş Kapısı niteliğini kazanınca namı bütün dünyaya yayıldı.
Oyunun Bloomsbury Methuen Drama baskısı kitap kapağında Lampedusa’nın yer aldığı Akdeniz’in tanıtımı da şöyle: “Burası dünyanın başladığı yer. Burası Sezar’ın geçiş yolu. Anibal’i zafere götüren yol. Fenikelilerin, Kartacalıların, Osmanlıların ve Bizanslıların ticaret yolları. Hepimiz denizden geldik ve hepimiz denize gideceğiz. Dünyayı Akdeniz dünyaya getirdi. Dünyayı Akdeniz doğurdu.”
Stefano eskiden balıkçıymış. Ama adaya gelmeye çalışan göçmenler, bindikleri teknelerin alabora olması ya da arızalanıp ilerleyememesi sonucunda denize dökülmeye, ölmeye, cesetleri ada kıyılarına vurmaya ve ceset sayısı günden güne artmaya başlayınca o kirli denizde balık avlayamadığı için “Akdeniz öldü” diyor ve göçmen toplamak gibi kirli bir işe giriyor.
Stefano ölüleri anlatıyor bize, parçalanmış, şişmiş, morarmış, tanınamaz durumdaki ölüleri. Bazıları ise parçalanmamış, bozulmamış cesetler. Suyun üstünde sırtüstü ya da yüzükoyun yüzüyorlar. Stefano onları anlatırken “Hâlâ çok insan gibiler” diyor.
Anders Lustgarten’in çarpıcı olayları aktaran metni kesinlikle ödünsüz. Seyircinin empatisini çekmek derdine düşmemiş, dobra, sert, anlattığı olaylar kadar çarpıcı ve sahici. Öyle olduğu halde, yine de karamsar ve umutsuz değil. Hatta yer yer kara mizaha bile kaçan yapısı içinde umut ihtimalini de barındırıyor. Yönetmen Kayhan Berkin de yazarın yaklaşımı doğrultusunda çok yalın bir oyun düzeni gerçekleştirmiş. Rejisinde bir artı olsa fazla, bir eksi olsa eksik gelecek dengeyi tutturuyor.
Biri İtalyan diğeri İngiliz-Çin melezi olarak bambaşka atmosferlerde yetişmiş, bambaşka açılardan dünyaya bakan iki oyun karakterinden Stefano’yu canlandıran Cem Zeynel Kılıç ve Denise rolündeki Özlem Öçalmaz dingin ve yalın oyunculuklarıyla çok başarılı oluyorlar.
Lampedusa, bu yılın ve gelecek dönemlerin önemli oyunlarından biri olacak.
* * * * * *
Versus Tiyatro’nun bir diğer oyunu da Kreutzer Sonat. Kreutzer Sonat, Ludwig Van Beethoven ’ın la majör, 9 numaralı, OP.47 keman ve piyano sonatının adıdır. Karısının kendisini müzisyen bir arkadaşıyla aldattığını düşünen Pozdnişev, bir kıskançlık krizine girerek karısını öldürür. Pozdnişev, tek kişilik bir anlatı ile bütün evlilik sürecini gözden geçirdiği oyun müzik, kadın-erkek ilişkilerini ve toplumun insan üzerindeki baskısını irdeliyor.
Yazan: Lev Tolstoy, Uyarlayan & Yöneten: Kayhan Berkin, Yrd. Yönetmen: Mehmet Yılmaz, Ses Tasarım: Joe Conchie, Işık Tasarım: Alev Topal, Poster Tasarım: Ethem Onur Bilgiç, Asistan: Dilara Melami, Fotoğraf: Aydan Çınar, Oynayan: Kayhan Berkin.