Neşe YURDAL
İspanyol şair, oyun yazarı Federico Garcia Lorca, Köy Trajedileri Üçlemesi’nin ilk oyunu olan Kanlı Düğün‘ü 1932’de yazmıştır. Şiirsel, sembolik bir anlatımla yazılmış olan oyun, duygularımız ve doğamıza içkin olan tutku ile insani duyguları önemsemeyen yerleşik geleneksel ve toplumsal normları, karşıtlar biçiminde konumlar. Katı, insancıl olmayan törelerin içinde devinmek durumunda kalan insanın trajesidir Kanlı Düğün. Lorca, duygulardan, doğal olandan, tutkulardan yanadır; şiirle, aşkla, sözle direnir… Ne var ki faşizm yaşamın karşısındadır, yaşamdan, aşktan, özgürlükten yana olan şair genç yaşında katledilir.
Kanlı Düğün, feodal toprak mülkiyetinin belirlediği ekonomik toplumsal yapılanmada üretilen ilişkilerin, yaşama anlayışının sert yasalarını sorgulatır. Toprak nasıl miras yoluyla aktarılıyorsa geçmişe ilişkin hesaplaşmalar, kan davaları, acılar, öfkeler, kin de aktarılmaktadır. Dedelerinin öfkesini, değerlerini yüklenmek durumunda bırakılan gençler, yaşamın üreticileri olan ama yasla gözyaşıyla yaşamak durumunda kalan kadınlar… Kan yasasının acımasızlığı. İnsansızlığın yasalaşması, insan eliyle üretilenin insana karşı olana dönüşmesi… Dökülen onca kanın asıl suçlusunun, yaşamı saran köhnemiş değerler olması, mutsuzluk üretmesi yaşamın…
Versus Tiyatro, bu sezon Metin Balay yönetiminde Kanlı Düğün’ü sahneye taşımış. 22 kişilik bir oyuncu kadrosuyla Şişli Black Out Sahnesi’nde seyircisiyle buluşuyor oyun. Yuvarlak, toprağı ve toprak mülkiyetine dayalı ilişkilerin zeminini temsil eden kumaşla kaplanmış sahnenin üzerinde bir masa, iki sandalyeden oluşan yalın bir dekor seçilmiş. Sahneye çeşitli noktalardan girilip çıkılması, giriş çıkış akışının aksamaması, salonun olanaklarının kullanılması oyuna ilginin artmasını sağlıyor. Sahnenin ön kısmı da oyun alanı olarak kullanılıyor. Metin Balay kaynak metinle kurulan düşünsel düzeyin göstergesi olarak da okuyabileceğimiz bir sahneleme gerçekleştirmiş.
Katı kurallarla, yaşamın, insan doğasının önüne geçme çabasının sonuçsuz olacağı, acıdan başka bir şey getirmeyeceği vurgulanıyor. Kullanılan imgeler ve araçlar da bu bakışı pekiştirir nitelikte. Erkek gömleğinin içine konulan kan kırmızı yün çilesinin kadınlarca çözülmeye çalışılması, çilenin gittikçe kadınları saran bir ağa dönüşmesi, bir yandan da çilenin çözülmek zorunda olması ve bu zorlu görevin kadınlara yüklenmesi anlamlı. Erkek egemen değerlerle iç içe geçen katı yasalar ancak kadınların karşı duruşuyla geriletilebilir. Ay ile Ölüm karakterlerinin arasındaki çatışmanın, siyah ve beyaz giyinmiş flamenko dansçılarıyla sunulması, oyunun genel atmosferine ve Endülüs kültürüne uygun olması nedeniyle başarılı bir buluş.
Oyunun neredeyse tüm salona yayılması, seyircinin düğün’ün katılımcıları biçiminde konumlandırılması, seyirci dramaturjisinin önemsendiğini gösteriyor. Şarkılar Lorca’nın şiiirlerinden seçilmiş. Dramatik aksiyon adım adım yükselirken, gerilim artmaya, oyunun ritmi hızlanmaya başlıyor. Son sahneye geldiğimizde flamenkonun net, sert figürleri bir acının dışavurumuna dönüşüyor. Bir halkın çığlığını, öfkesini canlandıran kadınlar flamenkonun gittikçe sertleşen ritmiyle soruyorlar adeta “suçlu kim” diye. İki insanın birbirini sevmesi suç olabilir mi? Kurallar, geleneklerin katılığı, insancıl ve doğal olanı suça dönüştürüyor. Kimsenin suçlu olmadığı ama suçla dolu bir ortamda sevmenin karşısına çıkan eli kanlı ölüm… Derin bir iç çekiş gibi haykırıyor sanki Lorca: “Ah fesat ölüm! Aşka yeşil bir dal bırak…”
LORCA’NIN ŞİİRİNİ VE MÜZİĞİNİ OYUNA KATMAK
Canlı müziğin oyunu ısıtan ritmi, duygusal atmosferi pekiştirmesi, oyunun bitiş şarkısıyla iyice yükselen tempo,Versus Tiyatro’nun yaşamın canlılığından, yaşamsal olandan yana duruşlarını gösteriyor. Oyun şarkıları, Lorca’nın, oyunda olmayan şiirlerinden bestelenmiş.
Oyunda aksayan bir kaç şeyden söz etmek gerektiğini düşünüyorum. Şarkıların canlı söylenmesi, duyguların seyirciye geçirilmesine hizmet eden bir yaklaşım olsa da kimi oyuncuların konuşurken ve şarkı söylerken seslerini kullanmada yeterince iyi olmaması bir sorun. Birlikte şarkı söylenen bölümlerlerde de aynı durum geçerli. Derin bir aşk acısıyla kavrulan Leonardo karakterini canlandıran oyuncunun öfke patlamaları, çok yüksek sesle ve hızlı konuşması rolün duygusunun, yaşadığı çaresizliğin detaylarının ortaya çıkmasını engelliyor. Aşırı öfkeyle oynaması eşiyle olan sahnesinde sözlerinin yer yer anlaşılmasını engellerken, Gelin’le olan sahnesinde de aralarındaki yoğun duygusal durumun seyirciye geçişini de engelliyor. Oyunun sonu ve doruğu olan bölümde kadınların çığlığa dönüşen şarkılarının ve öfkeli dansının biraz daha çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Duyguda ve tavırda yakalanması gereken uyum sahneyi daha güçlü kılacak, dansla direnme mesajının vurgusunu artıracaktır gibi geliyor.
Versus’un Kanlı Düğün’ü, yaşamımızı sınırlayan, zorlayan, insani olanı engelleyen gelenekleri, kuralları ve tüm bunları yeniden üreten mekanizmanın zihniyetini ne biçimde ve nasıl içselleştirdiğimizi ve aslında neye karşı durmamız gerektiğini sorgulatıyor. Birlikte söylemeye ve dansla direnmeye çağırıyor bizi: “Ah, fesat ölüm! Aşka yeşil bir dal bırak”… “Yeşil sana vurgunum”