KAYHAN BERKİN: FAZLALAŞMAKTAN KORKMAMAK LAZIM
Yönetmen, oyuncu, Versus’un kurucularından ve sanat yönetmenliğini de üstlenen Kayhan Berkin ile oyun yönetmeyi, Türk Tiyatrosu’nun bugününü ve Versus’u konuştuk.
Genç yaşta tiyatro kurmak bir risk olarak değerlendirilebilir mi? Versus’un kuruluş hikayesi nedir?
Versus’u kurduğumuz zaman “genç yaşta tiyatro kurayım” diye düşünmedim. O dönem Metin Hoca (Balay) ve Kubilay (Çamlıdağ) ile beraber İstanbul’da yapılan işlerde kendimizi göremiyorduk. O yüzden kendimiz istediğimiz gibi tiyatro yapmak istedik ve Versus’u kurduk. 2,5 yıl beraber verimli bir çalışma dönemi yaşadık, son 1,5 yıl tiyatroya bakış açımız farklılık gösterdi ve ayrıldık. Versus devam ediyor, grubun sanat yönetmenliğini üstlenmeyi sürdürüyorum. Çıkış noktamız “Aman tiyatro kurayım, aman tiyatro sahibi olayım” değildi; beraber tiyatro yapmak istediğimiz insanlarla kendimize has bir tiyatro yapma amacımız vardı.
Versus’un ismi nereden geliyor?
Fakiye Hoca (Özsoysal) buldu ismi. Biz isim arıyorduk, bulduğumuz isimlerin çoğu ya kapılmıştı ya da çok içimize sinmiyordu. Ben de Türkçe bir isim olmasını istiyordum. Bizim grubun şöyle bir özelliği var, ilk kurulduğumuz dönem bir fikir için hep çatışıyorduk. Değer verdiğimiz insanlarla bu fikirleri paylaşmak da hoşumuza gidiyordu. Onun üzerine bir gün Fakiye Hoca, yanlış hatırlamıyorsam kütüphanede kitaplarına bakarken: “Modernizm VS. Postmodernizm” kitabı olabilir emin değilim, onu o anda fark etmiş ve “Neden Versus olmasın?” dedi. Ve bu öneri bizim de hoşumuza gitti.
Peki Versus için repertuar seçimini nasıl yapıyorsunuz?
İlk beş oyundan sonra şunu gördük: biz, klasik oyunlara modern uyarlama yapıyoruz ya da bir oyunun Türkiye prömiyerini yapıyoruz, genelde politik ağırlıklı oyunlar oluyor bunlar. “Bizim böyle bir tarzımız var” dediğimiz bir şey değildi. Beşinci oyundan sonra buna karar verdik, böyle devam etmeye. Dogville Türkiye prömiyerini yapacak örneğin.
Dramaturg ile çalışıyor musunuz?
Çalışmak istiyorum ama bu bir eksiklik şu an. Özellikle yarım kalan Othello’da bunu çok hissettim. Hatta süreç devam etseydi, çalışmayı da istemiştim. Dogville’de de dramaturg ile çalışmıyorum ama danıştığım insanlar var. Çünkü sadece oyun uyarlaması değil, kendi uyarlamamızı yapıyoruz. Önümüzdeki yıllarda muhtemelen sürekli bir dramaturg olacak ekipte, kafamdaki fikir bu: Kafama uyan ve çalışma düzenimizi kavrayan bir dramaturg ile çalışmak.
Bir oyunun yaratım sürecini bir oyuncu ve yönetmen olarak nasıl değerlendirirsiniz?
Versus’ta ve dışarıda yaptığım işlerde strateji farkı oluyor tabii. Mesela geçtiğimiz sezon Gönül Ülkü Gazenfer Ülkü Tiyatrosu’na da bir oyun yönettim. 55 yıllık bir tiyatro, farklı bir geleneği ve dinamiği var. Ona göre bir oyun yapıyorsun. Oyunu o grubun hapsettiği strateji içinde yönetmek durumundasın. Ya da Arthur Miller’ın Bedel oyununu başka bir grup için yönettim, bu onun için de geçerli. Avantajı da var o gruba dışarıdan bir yönetmen olarak gittiğiniz için. Dezavantajı ise Versus’ta olduğu gibi her şeye karışamıyorum: asistana, tasarımcılara… O alanda özgürlüğüm kısıtlanıyor. Versus’ta ise oyuna karar verip onun yapılıp yapılmayacağını tartışıyoruz. Olumlu karar alırsak ilk olarak oyunun telifini sorup hemen alıyoruz. Teliften sonra oyunu ben yöneteceksem bizim topluluğumuzda oyuna uygun oyuncuları seçiyorum, yoksa da dışarıdan oyuncu alımı yapıyoruz. O aşamada da ya sahnede gördüğüm, beğendiğim oyunculara teklif götürüyorum ya da audition açıyoruz bununla ilgili.
Peki yaratım süreci içinde provalar nasıl ilerliyor?
Yönettiğim oyunlarda mevcut metnin çekirdeğine ulaşmaya çalışıyorum. Bu yazar burada ne anlatmak istemiş diye. Çünkü klasik metinler uyarlamaya da çok müsait ve uçabiliyoruz. Örneğin Woyzeck’te ben “Büchner ne söylemeye çalıştı”yı anlamak için hem mevcut, çıkan oyunları izlemeye çalışıyordum hem de Büchner ile ilgili çıkan yazıları, akademik makaleleri okuyordum. Şara Sayın’ın Woyzeck ile ilgili yazdığı kitap çok ufuk açıcıydı. Almancam kuvvetli olmasa da İngilizcem iyidir, Almanca bilen arkadaşlara sordum metni. Çeviriler arasındaki farkları bulmaya çalıştım. Metin esas olduğu için çeviri benim için çok önemli. Ondan sonra oyuncularla birlikte yaratmaya başlıyorum. Ama o aşamada benim aklımdaki de değişiyor. Provaya belli bir fikirle geliyorum ama oyuncunun yarattığı bir şey varsa ve bu fikir aklıma yatıyorsa süreç değişebiliyor. Çünkü kendim oyuncu da olduğum için yaratıcılığa çok değer veren ve sürekli oyuncuları bir şeyler denetmeye çalışan bir yönetmen olduğumu düşünüyorum. Prova süreçleri oyuncular için de bir atölye çalışması gibi oluyor ve oyunun konsepti hep beraber belli bir yere doğru gidiyor, ilerliyor. Yönettiğim oyunlardan Woyzeck’te Metin Hoca’nn supervisor olması iyiydi çünkü beni uçtuğum noktalarda uyarıyordu. İleride bir dramaturg ile çalışırsam onunla tartışmak da iyi olacaktır. Çünkü yönetmen – oyuncu olarak yaratıcısınız ama metinde işimize yarıyor ya da yaramıyor denmesi lazım. Oyuncuları, tasarımcıları ehlileştirecek kişi benim. Ben kendi kendimi de ehlileştirmeye çalışıyorum ama bir de beni ehlileştirmeye çalışan bir dramaturg olsa daha iyi olur.
Versus’ta audition nasıl oluyor?
Bizim audition anlayışımız şu şekilde: Öncelikle diğer gruplar gibi mail ile başvuru açıyoruz. Mailden sonra mevcut oyunun konsepti ve yönetmenin hayali doğrultusunda o oyun için aradığımız karaktere fiziksel açıdan uygun oyuncuları çağırıyoruz. Gelen oyuncu önce kendi hazırladığı bir tiradı oynuyor ardından hem oyuncunun esnekliğini görmek hem de yönetmen oyuncu uyumunu ölçmek amacıyla oyuncudan bazı doğaçlamalar yapmasını istiyoruz. Ondan sonra da aday oyuncuya seçmeye geldiği oyundaki mevcut oyuncularla bir doğaçlama yaptırıyorum. Örneğin Othello’da aklımdaki “Desdemona”yı bulamamıştım. Ben ergen gösteren tecrübeli bir oyuncu arıyordum. Öyle bir oyuncu etrafımda yoktu, izlediğim oyunlarda da yoktu. O yüzde audition’a çağırdığımız oyunculara, Othello’yu oynayan Öner Erkan ve Hizmetçi’yi oynayan Olcay Yusufoğlu ile birlikte doğaçlama çalışmalar yaptırdık. “Oyuncunun doğaçlamaya uyumu ne?”, “Mevcut oyuncular ile çalışabiliyor mu?” gibi sorunların yanıtını anlamaya çalıştık ve böylece süreç başladı. Genellikle Talimhane Tiyatrosu’nda çalıştık. Bu arada lafı gelmişken söylemek lazım Mehmet Ergen bizi/Versus’u çok destekledi. Çıkarttığımız bütün oyun süreçlerinde bedelsiz bir biçimde bize prova alanı sağladı, danıştığım konularda ban yardımcı oldu, Londra’da ki provalarına davet etti, hem benim için hem Versus için önemi ve katkıları büyüktür.
Woyzeck çıktığı dönem epey ses getirdi. Yönetmeni olarak metinde dikkat ettiğiniz ilk öğe neydi?
Şiddet meselesi ile çok ilgilendim. Dogville’de de o var. İnsanın şiddete yönelmesi, şiddet uygulaması ve insanın şiddete tepkisi beni çok ilgilendiren şeyler. Woyzeck’te Büchner’in şiddetin ele alış biçimini çok aykırı ve güncel buluyorum. O dönemde yaşayan bir yazarın- kimileri deha diyor, kimileri başka bir şey- şiddeti ele alış biçimini çok taze ve çiğ buluyorum. Woyzeck prova sürecinde beni cezbeden nokta buydu sanırım.
Yeni sezon için çalışmalara başladınız, Dogville’den bahseder misiniz?
Lars von Trier, ilk gençliğimden beri bütün filmlerini severek takip ettiğim bir yönetmen. Dogville bana sahne uyarlaması olarak mail ile geldi, Christian Lollike isimli bir Danimarkalının uyarlaması. Uyarlamayı okudum, uyarlamada gördüğüm eksikliklerden yeni bir uyarlama yapabileceğim fikri aklıma geldi. O uyarlamayı esas alıp Lars von Trier’in de filminin çekirdeğine ulaşıp kendi uyarlamamı yapmaya başladım. Ve yeni bir Dogville yarattığımızı düşünüyorum. Seyircilere izleyecekleri Dogville’in sinema versiyonundan farklı ve yeni bir oyun olarak izleyeceklerinin garantisini verebilirim. Sinemada teatral öğeler kullanılmıştı, biz tiyatroda sinema öğelerini kullanacağız. Aktüel kamera olacak büyük ihtimalle çeşitli yerlerde ve iki tane Grace olacak, yaşadıklarını hatırlayan Grace üstünden bir oyun kurduk. Tabi şu an oyun çıkmadığı için tam konseptini yalın bir biçimde anlatamıyorum, henüz 25 prova tamamlandı. Dekor, ışık, ses tasarımcıları şu anda çalışıyor.
Gelecekte sahnelemek istediğiniz oyunlar içinde, bugüne kadar sahnelediğiniz hangi oyun ona daha yakın?
Aslında sahneleyemediğimiz bir oyun o dediğiniz şeye daha yakın: Othello. Çünkü “Othello’da yeni bir Versus süreci başlıyor” mottosuyla provalara başlamıştık. Ama şimdi Dogville çıkıyor. Versus’un bu 4 yıllık sürecinde kafamdaki en Versus’a yakın ya da yeni bir Versus varsa, onu Dogville’den sonra göreceksiniz, diyebilirim. Bu yeni Versus oluşumunda hem topluluğumuzda güvendiğim oyuncular var hem yeni, önceden izlediğim, beğendiğim oyuncular var, bunun yanında ses, ışık, poster, kostüm, dekor tasarımları ve oyuncu performanslarında taviz vermeyen, bahanesi olmayan bir Versus izleyebileceksiniz.
Bahanesi olmayan, çok dürüst bir laf.
Evet. Her şeyin hesabını vereceğim oyunlar yapmak istiyorum. Diğer gruplara oyun yönettiğim zaman bahaneler çıkıyor: “Yapımcı şöyle istemişti ama oyuncu şöyleydi ya da sahne şöyleydi” diye… Seyirciye Sövgü, çıkmayan Othello ve şu an çalıştığımız Dogville oyunu ile beraber bahanesi olmayan ve hesabını vereceğim oyunlar yapıyorum, seyirciye açık çağrımdır: eleştiriye açığım, yorum, soru ve önerileri bekliyorum.
Günümüz Türk Tiyatrosu için ne düşünürsünüz?
Türk Tiyatrosu ile ilgili olumlu tarafları konuşmaktan yanayım. Mesela tiyatro oyunları artıyor, tiyatro ile ilgili yazan çizen insanlar artıyor, yayınlar artıyor… Sahneler bir yandan kapanıyor ama yeni yerlerde de sahneler açılıyor. Yurt dışında bir oyunu sahnelemek istediğiniz zaman çok yüksek telif ödüyorsunuz, burada İstanbul’da bu bedel çok daha az. Bir yazar olarak burada biraz çabayla oyununuzu sahneye koyabilirsiniz ama yurt dışında bu daha zor. Benim derdim şu: yazar, oyuncu, tasarımcı olarak bizim daha da fazlalaşmamız lazım. Çünkü insanlar çokluktan korkuyor, diyorlar ki: “Her önüne gelen tiyatro yapıyor, sahne açıyor, oyuncu oluyor”. Ben de diyorum ki bu işi yapanlar daha da fazlalaşırsa, şimdikinden 10-20 kat daha artarsa o zaman nitelikliler ile niteliksizler arasında bir fark olur. O zaman biz şunu konuşuruz: “Şöyle bir tiyatro var, o şu çizgide. Böyle bir oyuncu var, bu çizgide” diye. Bunları ayırırız, üstüne sohbet ederiz, birbirimizi eleştiririz. Fazlalaşmaktan korkmamak ve birbirimize destek olmamız lazım. Bir oyun kötü bile olsa, çok kötü bile olsa o oyunun olumsuz yanlarının yanında olumlu yanlarını da görmemiz lazım. Eleştiri noktasına da dikkat etmek gerek. Oyunla ilgili hayallerimiz bizi bağlar, eleştiri yazısı yazacaksak o oyunun olumlu-olumsuz yanlarını, yazar ve yönetmenin oyuna bakış açısının eleştirisini yazabilmek önemlidir. Bu söyledikleri üzerine temelinde bir tiyatro yaşantısı kurabilirsek o zaman önümüzdeki yıllarda tiyatro da daha çok herhangi başka bir mesleğe yakınlaşır ve biz belki bir ihtimal daha çok tiyatro yapıyor ve konuşuyor oluruz diye düşünüyorum.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Tiyatro yapan insanlar olarak çoğalmaya çalışalım. Ve bize twitter, Instagram’dan sorular sorulduğu zaman, danışıldığında o sorular saçma da olsa onlara kibarca yanıt vermeye çalışalım. Mesleğe yeni başlayan insanlara olabildiğince olumlu yaklaşmaya, yukarıdan bakmamaya çalışalım ki onlar da kendi yollarını çizebilsinler ve ilerde belki onlarda yeni yeni insanlar yetiştirebilsinler.
Röportaj: Ezgi Gizem Gülümser